Adnan Oktar ve HAİN kripto Yahudi çetesi, CIA ile doğrudan bağlantılılar ve hala komplo kuruyorlar |
“Adnan Hoca”cı olarak bilinen Ayşegül Hûma Babuna ve
Aylin Atmaca’nın, Silivri’de tutuklu Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk hakkında
açtıkları “hakaret ve iftira” davasına Ankara’da devam edildi. Bu
duruşmada da Mahkeme Başkanı, avukatlar ve izleyiciler arasında birbirinden
ilginç diyaloglar yaşandı.
Emekli Albay Levent Göktaş Ergenekon’dan tutuklandı. Kısa bir süre sonra da
Göktaş’ın avukatlığını yapan Serdar Öztürk bürosunda “İrticayla Mücadele
Eylem Planı”nın ıslak imzalı belgesi bulunduğu iddiasıyla Silivri’ye kondu.
Mahkemedeki savunmasında Öztürk, Ayşegül Hûma Babuna ve Aylin Atmaca isimli
kadınların bürosuna gelmesinden sonra bu komploya maruz kaldığını anlattı.
AHMET GÜNDEL AVUKATI
Her iki isim de Öztürk hakkında “iftira ve hakaret” davası açtı.
Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 26 Eylül’de yapılan ilk duruşmaya, Babuna
ve Atmaca katılmadı. 29 Ocak’taki duruşmada sadece Babuna hazır bulundu. Babuna
ve Atmaca’nın avukatlığını üstlenen ismin emekli savcı Ahmet Gündel olduğu
görüldü. Öztürk’ün avukatı Demet Reçber o duruşmada mahkemeden aldıkları Babuna
ile Serdar Öztürk arasındaki telefon kayıtlarını dinletmek istedi. Ancak
Gündel, “Bunların yasal olup, olmadığını bilmiyoruz” diyerek, kayıtların
dinletilmesini engelledi.
Dünkü duruşmaya ise Aylin Atmaca katılırken, ses kayıtlarının muhatabı
Babuna gelmeyince merakla beklenen telefon konuşmaları bir kez daha dinletilemedi.
Avukat Ahmet Gündel bu defa da, “Ses kayıtları Serdar Öztürk’ün dinlenmesi
kararı açısından yasal olabilir, ama müvekillerim açısından yasal değildir,
tesadüfen elde edilmiş delil niteliğindedir” diyerek, kayıtların dinletilmesine
yine karşı çıktı. Gündel, Öztürk’e komplo veya bürosunda “İrticayla
Mücadele Eylem Planı”nın bulunması konularının bu mahkemenin değil,
Silivri’deki 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin işi olduğunu da öne sürdü.
TARAF’TAN DUYDUK
Gündel, Öztürk’ün avukatı Demet Reçber’in, Aylin Atmaca’ya sorular
sormasını da engellemeye çalıştı. Ancak Mahkeme Başkanı Avni Mis’in devreye
girmesi üzerine Atmaca soruların bir kısmını cevapladı. Reçber, cevaplardaki
çelişkilere dikkat çekerek, bunların tutanaklara geçirilmesini istedi.
Aylin Atmaca savunmasında, Öztürk için “Akıl sağlığıyla ilgili problemi
olabilir” ifadesini kullandı. Atmaca, Öztürk’ün tutuklanmasından sonra
arayan yardımcısı Avukat Demet Reçber’in kendilerini büroya davet ettiğini,
ancak televizyonlarda Öztürk’ün bürosunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı”
bulunduğu için tutuklandığını duyunca, gitmediklerini de anlattı.
Bunun üzerine Avukat Reçber, Öztürk’ün bürosunda sözkonusu belgenin
bulunduğunu kendilerinin de ilk kez 12 Haziran’da Taraf Gazetesi’nde yayınlanan
haberle öğrendiklerini belirterek, Aylin Atmaca’yı bu tarihten önce aradığını
vurguladı.
SİLİVRİ’YE DE DÜŞÜLSE
Reçber, Aylin Atmaca’nın telefon görüşmeleriyle ilgili Telekominikasyon
İletişim Başkanlığı’ndan gönderilen iki kayıt arasında farklılık olduğuna
dikkat çekerek, “16 Ekim tarihli belgede 25 kayıt, 9 Ocak tarihli belgede 4
kayıt görünüyor. Acaba TİB’te tanıdığı mı var? Bu kayıtlar böyle nasıl azaldı?”
diye sordu.
Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Avni Mis, “Tanıdığı olsa bile hiç söyler mi?”
karşılığını verdi.
Duruşmada, Mahkeme Başkanı Mis ile izleyiciler arasında bol bol Silivri
sohbeti de oldu. Kalabalık izleyici grubunu gören Başkan Mis, “Silivri’yle
buranın yolu karıştırılıyor galiba. Bu ekip Silivri’ye de gidiyor mu?” diye
sordu. Bir ara “Bu duruşmanın üzerine düşüldüğü, buradakiyle ilgilenildiği
kadar Silivri’nin de üzerine düşülse ya!..” dedi. İzleyicilerden birisinin izin
isteyerek, duruşmadan ayrılması üzerine, “Demin mahkememizi methediyordun,
şimdi bırakıp gidiyorsun, beğenmedin mi?” esprisini yapan Başkan Mis’in,
avukatların 13. Ağır Ceza Mahkemesi ifadelerini tutanaklara, “Silivri” olarak
geçirmesi de dikkat çekti.
Bir sonraki duruşma 10 Nisan’a ertelendi.
Müyesser Yıldız
Odatv.com
27.02.2013 15:08
********
********
Yeniçağ
gazetesinden Sabahattin Önkibar yazdı:
“Kısa bir süre önceydi. Sekreterim Bilun, emekli Korgeneral Hasan Kundakçı’nın yeğeni olduğunu söyleyen birinin randevu istediğini söyledi.
“Kısa bir süre önceydi. Sekreterim Bilun, emekli Korgeneral Hasan Kundakçı’nın yeğeni olduğunu söyleyen birinin randevu istediğini söyledi.
Hasan
Kundakçı’yı tanımadığım için talebi önemsemedim ve bakarız deyip geçiştirdim.
Sekreterim
ertesi gün aynı kişinin tekrar aradığını ve çok önemli bir mesajla, belge
getireceğini söyleyerek randevu talebini yineledi.
Adnan
Oktar’ın müritleri
Bilgi ve
belge denince, gazetecilik merakı ya, yarın öğleden sonra gelsin dedim.
Ertesi gün
odama uzun boylu iki hanım geldi.
Bir tanesi
sizinle yıllar önce de karşılaşmıştık, hatırladınız mı, ben Hasan Kundakçı
Paşa’nın yakınıyım dedi.
Hatırlayamadığımı
söyleyerek “Buyurun sizi dinliyorum” dedim.
Başladılar
anlatmaya...
Meğer bu iki
hanım Adnan Oktar grubuna mensupmuşlar ve camialarını tanıtmaya gelmişler.
Doğrusu
ilgimi çekti çünkü Adnan Oktar’ı hiç görmemiş ve konuşmamıştım ama hakkında pek
çok efsane dinlemiştim.
Sorular
sordum, cevaplar aldım!
Masonlar ve
Siyonistlerle ilgili söyledikleri dikkatimi çekti...
Dahası,
evrim teorisi bağlamındaki faaliyetleri ile Türk-İslâm fikrine olan sıcak
yaklaşımları da ilgimi çekti ve onlardan bu çalışmaların neler olduğunu
istedim.
Yarın fakslarız
dediler ve bir süre sonra ayrıldılar.
Sorular ve
belgeler!
Gerçekten
ertesi gün geniş bir bilgi notu gönderdiler.
Bir kaç gün
geçti, telefonla beni İstanbul
Çırağan
Otel’de Adnan Oktar’ın da katılacağı bir etkinliğe davet ettiler.
Gitmedim.
Çok sürmedi
kısa bir süre sonra yine bir
telefon:
“Sabahattin
Bey, Çırağan Sarayı’nda iftarımız var, Adnan Beyler de gelecekler, sizi
misafirimiz olarak ağırlamak istiyoruz”.
Teşekkür
ettim yine gitmedim.
O arada bana
yapılan ziyaretten abartısız bir ay sonrasında yani 29/9/2010 tarihinde Adnan
Hoca’ya mensup iki ismin bana yaptığı ziyareti ve anlattıklarını ilgi çeker
diye köşemde yazdım.
Yazmaz
olaydım!
Acayip bir
taarruza uğradım!
İki isme
dikkat!
Bana Adnan
Hoca’nın gizli adamı diyenlerden, sen de mi devşirildin diyenlere kadar pek çok
hücum yapıldı!
Böyle
şeylere, yani okur tepkilerine alışkın olduğum için umursamadım ama önceki gün
aldığım bir faksa bayağı şaşırdım..
Faksı
gönderen Silivri Hapishanesi mukimi, yani bazılarının ifadesi ile “Ergenekoncu”
Serdar Öztürk’tü!
Daha doğrusu
Avukat Demet Reçber, Serdar Öztürk’ün adına göndermişti!
Uzun faksın
ilişiğinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilen dilekçelere kadar pek
çok belge vardı.
Serdar Öztürk
şahsıma atfen gönderttiği faksta Adnan Hoca ile ilgili yazıma değindikten
sonra, iki ismi telaffuz ediyor ki işte o benim dudağımı uçuklattı!
Bunlar Aylin
Atmaca ile Ayşegül Huma Babuna idi.
CIA ile
ilişkili
Serdar
Öztürk’e göre bu iki hanım CIA ve Emniyet İstihbaratla çok yakın ilişkiler
içindeydi ve en önemlisi Babuna ile Atmaca kendi bürosu dahil kendisi gibi
hedef seçilen Avukat M. Hüseyin Buzoğlu, Avukat M. Hüseyin Göktaş ve Avukat
Vural Ergül’ün bürolarını da keşif amaçlı olarak, bir bahane uydurarak ziyaret
etmişler ve akabinde bu bürolarda yapılan aramalarda malum CD’lerle sözde
Ergenekon belgeleri bulunmuştu
Dahası bu
iki ismin verdiği telefon numaraları da kendilerine ait değil, başka başka
isimlere kayıtlıymış ve de bu isimler yine çok sık yurt dışına çıkıyorlarmış!
Gönderilen
faksı okur okumaz emin olmak için Korgeneral Hasan Kundakçı ismiyle bana gelen
iki hanımın isimlerini sekreterim Bilun’a bir kez daha teyid ettirdim.
Evet
gelenlerin adı Aylin Atmaca ile Ayşegül Huma Babuna idi!
Tezgah uyarısı!
Hayır,
29/9/2009 tarihli yazımda Adnan Oktar grubuna mensup Huma Babuna ile Aylin
Atmaca geldi diye değil, sadece iki genç geldi diye yazmıştım dolayısı ile
Serdar Öztürk’ün o iki ismi yazımda görmüş, okumuş da faksı ona binaen yazıp
göndermiş olması mümkün değil. Görüldüğü gibi ortada tam bir çakışma var!
Serdar
Öztürk’ün aktardıklarından çıkarılacak olan, benim bir operasyonun eşiğinde
olmam yani mekanlarımın gözetime alındığıdır.
Peki böyle
bir şeyin olabilirliği yüksek ihtimal midir?
Ondan ismim
gibi eminim, zira güvenlik bürokrasisinde bulunan önemli bir
tanıdığım “Telefon dinlemeleri ve yaşam seyrinden senin için kanun ve
ahlak dışı bir şey bulamadılar, dolayısı ile dikkat et tezgah kurabilirler,
mesela ev ya da bürona bir şey koyabilirler” diye beni birkaç kez
uyarmıştı!
Sadece bu
uyarı değil, aslında daha önce beni itibarsızlaştırma adına bu yönde iki ayrı
operasyon da yapıldı.
Birinci
operasyon!
Birinci
operasyon, yazdığım “AKP’den Kamhi Ailesine peşkeş mi?” başlıklı yazımdan
sonra “Para ile yazı yazdı” diye yandaş medya tarafından hedefe
oturtulmamdı... İstanbul Tuzla’da deniz doldurulup 38 dönüm arsa yaratılıyor ve
üstüne Kamhi Ailesi tarafından tersane konduruluyor ve bunu deşifre eden ben,
yandaş medya tarafından rezilce hedef alınıyorum... Yolsuzluğu yazmamın
bedeline bakar mısınız?.. Tabii bu süreçte Emniyet’in içindeki malum grup,
zerre bir delil yok iken beni telefonla çağırarak güya dosyanın tamamlanması
adına dosyaya monte etmek istedi ve yandaş medyanın kucağına attı. Bu operasyonda
amaçları beni itibarsızlaştırıp gazetede aleyhte yazmamı engellemekti ama
başaramadılar.
İtibarsızlaştırma!
İkinci
operasyon, maaş anlaşmazlığı sebebi ile işten çıkardığım bir muhabirin, işten
çıkarıldıktan 4 ay sonra yandaş medyanın iş vaatlerine kanarak tamamen afaki
yani zerre bir delil ve tanık olmaksızın beni lafla tehdit etti diye şahsımdan
şikayette bulunmasıydı ki savcılık bu olayı dava konusu bile yapmadı. Yandaş
medyanın bir bölümünün bu olayı yansıtma amacı da yine itibarsızlaştırma
operasyonuydu. O tezgahın içine girenlerin tamamına davalar açtım, hepsiyle
yargı önünde hesaplaşıyorum!.
Bunları
yaşayan ve Ergenekon bağlamında yaşananları duyan biri olarak Serdar Öztürk’ün
gönderdiği faksı önemsedim ve odama bir şey konup konmadığının incelenmesi için
sekreterim ile büro temizlik görevlisini teyakkuza geçirdim. Ancak eğer böyle
bir şeye karar verirlerse yani kalemim gerçekten kırıldıysa, büronun kapısına
silahlı muhafız koysam bunu yine yaparlar, zira birkaç plaka esrarı, herhangi
bir CD’yi ya da evrakı büroma olmasa bile evime iliştirebilirler!.
Cadı avı
değil mi?
Hayır bütün
bunları ürktüğüm ve korktuğum için yazıyor değilim, öyle olsa iktidarın ve
dinci grupların aleyhinde yazmam.
Ben 12 Eylül
öncesinde ölümü bir kaç kez iliklerine kadar hissetmiş biriyim. Dolayısı ile bu
tür şeyleri zerre takmam da, bilinmelidir ki Türkiye’nin hali pür melali aynen
budur!
Eğer AKP ve
dinci grupların karşısında iseniz, suçunuz olmaksızın hapse girmeniz veya yine
herhangi bir şey olmaksızın sapık ya da esrarkeş ilan edilmeniz an meselesidir!
Söyler
misiniz Ortaçağ’daki cadı avından ne farkı var bunun?
Tam bu
noktada kanıtlanmamış iddia asla geçerli olamaz evrensel ilkesinden hareketle,
Ayşegül Huma Babuna ve Aylin Atmaca ile ilgili iddiaların tamamen Serdar
Öztürk’e ait olduğunu ve kanıt gerektirdiğini ısrarla belirtmek istiyorum. Emin
olmadan o insanları hedefe oturtmanın iki cihanda da sorumluluğu vardır ki ben
o işin altına girmem! Dolayısı ile bu yazı asla Huma ve Aylin Hanımların infaz
yazısı olarak görülmemelidir, zira insanlar suçu ispatlanana kadar masumdurlar!
Babuna ve
Atmaca, Serdar Öztürk’ün ileri sürdüğü iddialara cevap gönderirlerse sütunum
kendilerine açıktır.”
Odatv.com