interneti kimler kontrol ediyor - Facebook Adnan Oktar'ı neden kolluyor |
İnternette
cirit atan pek çok gizli güce örnek olarak CIA'in operasyonları verilebilir.
Kurduğu yatırımcı şirket vasıtasıyla dev internet ve teknoloji firmalarına
ortak olan veya ilişkide olduğu insanları yerleştiren CIA, bu sayede dijital
dünyada büyük bir kontrol gücüne ulaşıyor.
BENJAMIN HARTLMAIER /
CHIP DERGİSİ
Neredeyse bir milyar insan her gün Facebook'ta neyi sevdiklerini,
neler yaptıklarını, kimleri tanıdıklarını, nerelere gittiklerini anı anına yayınlıyorlar.
Gelecekteki planlan hakkında konuşuyor, işleri hakkında bilgi veriyor,
ailesini, arkadaşlarını, sevgilisini, duygularını ifşa ediyor, evinin, işyerinin
adresini, otomobilinin plakasını veya evcil hayvanının fotoğrafını kayıt altına
alıyorlar. Bu neredeyse, dünyadaki insanların yedide birinin, tüm yaşamının
kaydını internete aktarması anlamına geliyor. Facebook da dünyada insanların
kaydını tutan, en büyük kurum halline geliyor. Üstelik insanlık tarihi boyunca
en büyük kayıt! Üstelik tüm kullanıcılar bu kayıtları gönüllü oluşturuyor.
Elbette, insanlar sosyal ağları kullanmanın böyle bir maliyeti olduğunu bilerek
bu konuda gönüllü oluyorlar. Facebook ve Google gibi dev internet şirketlerinin
bu verileri, kişisel reklamlar oluşturmak için ticari şirketlerle paylaştıklarını
biliyorlar. Bu şirketlerin ayakta durması için reklam alması, reklam alabilmesi
için de kullanıcıların bazı verilerini paylaşmaları gerekiyor.
Peki ya, paylaşılan veriler sadece reklam amacıyla kullanılmıyorsa?
Ya Facebook'taki veya Twitter'daki ya da başka bir sosyal ağdaki kişisel
veriler kötü amaçlı insanların eline geçse? Örneğin, hükümetlerin ve gizli
servislerin bu verileri ele geçirdiğini düşünün. Tarih boyunca, rakiplerini
yok etmek için her türlü yolu kullandığı bilinen bu kurumlar, aykırı sesler çıkaran
muhalifleri susturmak hatta yok etmek için, sosyal ağlardaki gizli bilgilerini
kullanarak bu insanlara zarar vermez miydi?
Aslında kimse gizli bilgilerini gönüllü olarak gizli
servislere ve hükümet ajanlarına vermek istemez. Ama internet sitelerinin bunu
yaptığına dair çok önemli şüpheler var.
Nisan 2006 yılında, Facebook henüz iki yaşını bile doldurmamışken,
27 milyon dolarlık dev bir yatırım desteği aldı. Bu yatırımı yapan firma ise
Greylock Partners isimli bir yatırım şirketiydi ki şu anda da Facebook'un %10
hissesinin sahibi olarak adı geçiyor. Firma aynı zamanda Silikon Vadisi'ndeki
en önemli yatırımcılar arasında gösteriliyor. Facebook'un dışında, Linkedin,
Instagram ve Dropbox'ta da önemli yatırımları bulunuyor. Bu şirketin en deneyimli
çalışanlarından biri Howard E. Cox. 40 yıldır yatırım piyasasında yer alan
Cox, piyasada çok iyi bilinen bir oyuncu. Bugün o bir yatırım danışmanı olarak
pek çok önemli yatırımcıyla ve internet/ teknoloji şirketiyle çalışsa da
yetenekleri bununla da sınırlı değil. Çok önemli politik bağlantıları da
bulunan Cox, 2009 yılına dek de ABD savunma bakanlığında, Pentagon'un "iş
dünyasını kontrol eden kolunda görevliydi.
Bugün bile Cox, savunma bakanlığı ile organik bağlarını sürdürüyor.
IN-Q-TEL şirketinin yönetim kurulunda olan Cox, bu şirket üzerinden yeni başlayan
teknoloji şirketlerine yatırım yapılmasını sağlıyor. IN-Q.-TEL, henüz yeni
kurulmuş ve ismi duyulmamış küçük teknoloji şirketlerine yatırım yapan bir
firma. Portföyünde, biyometrik sistemler geliştiren teknoloji şirketleri gibi örnekler
var. Ancak yatırım yaptıkları firmaların hepsi, CIA'in önem verdiği konularda çalışıyor.
Çünkü IN-Q-TEL aslında CIA tarafından operasyonlarda ihtiyaç duydukları ürünleri
geliştirmek için kurulmuş ve bugün artık CIA'in iş dünyasındaki mali ve sanayi
operasyonlarım yürüten bir şirket konumuna gelmiş. Bu şirket sayesinde, CIA
ihtiyaç duyduğu pek çok ürünün geliştirilmesi operasyonunu başka şirketlere
devredebiliyor. Akıllıca yatırımlar sayesinde, CIA sürekli yeni teknolojilerle
donanmış bir gizli servis olarak etkinliğini sürdürmeyi başarabiliyor. Üstelik
de bilim insanlarından oluşan dev bir orduyu işe almak zorunda kalmıyor.
CIA'in IN-Q-TEL sayesinde geliştirdiği ve sahip olduğu ürünlerden
biri de Google Earth. Yani, dünyanın her köşesinin detaylı ve güncel dijital
haritası! Bu dijital harita Google tarafından satın alınmadan önce Keyhole
isimli bir yazılım firması tarafından geliştirilmişti. Keyhole ise IN-Q.-TEL
tarafından finanse ediliyordu ve geliştirdiği dijital haritaların, CIA operatörlerinin
dünyanın her yerinde kolayca operasyon yapmasına olanak sağladığını tahmin
edebilirsiniz. Ayrıca Keyhole'un Google'a satışı sırasında, CIA de IN-Q-Tel üzerinden
Google'ın 2,2 milyon dolarlık kısmını satın almış oldu.
Aslında Facebook ile CIA arasında doğrudan bir finansal bağ
veya ortaklık yok. Zira, IN-Q-TEL'in Facebook'ta hissesi bulunmuyor. Ancak kişisel
bağlantılar, Facebook'u güçlü şekilde CIA'e bağlıyor olabilir. Zira, Howard
E.Cox, bu ilişkide çok önemli bir yerde oturuyor. CIA'in de sosyal ağlardaki
kullanıcıların özel bilgilerine erişim konusunda çok istekli olduğunu herkes
biliyor.
IN-Q-TEL'in bir broşüründe ise tam olarak şu ifade yer alıyor:
"Sosyal medyanın izlenmesi artık hükümetlerin en önemli ihtiyaçlarından
biri haline geliyor." Bu kısaca şu anlama geliyor. Batı ülkelerinin hükümetleri,
Arap Baharında olduğu gibi, Facebook'ta başlayan sürpriz bir devrimle karşılaşmak
istemiyorlar. Üstelik ABD dahil, neredeyse her Avrupa ülkesinde de ortaya çıkan
ve aylarca süren, oturma eylemlerine sahne olan "Anti-kapitalist"
protestolar da sosyal medyada planlanarak organize edilen eylemlerdi.
"Wall Street! işgal et" gibi sloganlarla ortaya çıkan bu "işgal"
hareketi, sosyal medyada dikkatlice incelenmiş ve karşı önlemler alınmıştı.
Ancak sosyal medyanın artık dev bir habitat olmasından kaynaklanan bir problem
de, burada incelenmesi gereken verilerin boyutlarının insan beyninin sınırlarını
aşması. Bu yüzden, Facebook gibi mecralarda ortaya çıkan verilerin işlenerek,
uzmanlar tarafından daha rahat anlaşılabilmesi için görsel hale dökülmesi işleminin
de başarıyla tatbik edilmesi gerekiyor. CIA bunun için daha şimdiden çalışmalara
başlamış. IN-Q-TEL, Palantir Technologies firmasına önemli bir yatırım yapmış.
Palantir, Facebook verilerinin kolayca analiz edilmesini sağlayan yazılımlar
geliştirmek üzere çalışmalar yapıyor. Palantir'in reklam filminde, bu yazılımın
ne işe yarayacağının anlatımı da var. Toplanan sosyal veriler pek çok
kategoride çapraz sorgulanabiliyor. Hastane kayıtlarından, kredi kartı
bilgilerine, online alışveriş bilgilerinden, arkadaş listelerine kadar kişilerin
online verileri toplanıp sonra bunların yöneldiği noktalar hakkında analizler
yapılabiliyor. Böylece belirli noktalarda toplanan ilgi odaklarının ileride
isyan hareketlerine veya geri dönülemez aksiyonlara dönüşmesinin önüne geçilmeye
çalışılıyor.
(CHIP tarafından hazırlanan şemaya tarafımızdan eklemeler yapılmıştır.) |
Mark'ın
güçlü arkadaşları
Palo Alto'daki Palantir'in ofisi, Facebook ofisine
otomobille birkaç dakika mesafede. Zaten iki bina da Stanford Üniversitesi'nin
kampüsünde bulunuyor. Ancak firmalar sadece coğrafi konum olarak da yakın değiller.
İki firmanın da en önemli aktörlerinden biri, aynı kişi: Silikon Vadisi'nin en
bilinen isimlerinden, Peter Thiel. Frankfurt doğumlu yatırımcı sadece
Palantir'in en büyük yatırımcısı ve yönetim kurulu başkanı değil, aynı zamanda
Facebook yönetim kurulunun da bir üyesi. 2004'te, Facebook'a ilk yatırım yapan
kişilerden birinin de o olduğunu düşünürsek, Facebook içindeki konumunun ve gücünün
ne olduğunu daha iyi anlamak mümkün olabilir. Kuruluşundan sadece iki ay sonra,
Thiel Facebook'a ilk yarım milyon dolarlık kapitali yatırmıştı. Bugün Türkiye'de
veya başka bir ülkede, istediğiniz kadar mükemmel bir fikirle ortaya çıkın,
sadece iki ay önce kurulmuş bir web sitesinin bu kadar hızlı ve bu kadar büyük
fonlar bulması hiç kolay değil. Dolayısıyla Facebook'u Facebook yapan
isimlerin başında Thiel geliyor ve bugün Facebook yönetimindeki en önemli kişilerin
başında sayılıyor.
Elbette Thiel'in Silikon Vadisi'ndeki nüfusu, Facebook'un da
ötesine geçiyor. Kurduğu yatırım firması, Founders Fund ile Thiel Spotify'a başlangıç
kapitali olarak 11,6 milyon Euro fon sağlamış durumda. Spotify bugün iTunes'dan
sonra en büyük müzik dağıtımcılarından ve servislerinden biri olarak anılıyor.
Ancak Thiel'in asıl büyük başarısı bundan 15 sene önce yaptığı başka bir yatırımda
gizli. Stanford'daki birkaç diğer arkadaşı ile beraber, Thiel online ödeme
sistemi PayPal'ı kuruyor. Ebay'ın 2002'de PayPal'ı satın almasından sonra,
ortakları elde ettikleri büyük karı paylaşıp işten ayrıldılar ancak Thiel,
PayPal'ın da içinde olduğu finansal ve operasyonal destekle, kendine bağlı dev
bir şirketler ağı kurdu. Artık Silikon Vadisi'nin en nüfuslu insanlarından biri
olmuştu. Yakın çalışma arkadaşları ile birleşince, neredeyse tüm Silikon Vadisi
onların kontrolündeydi. Öyle ki, 2007 yılında Fortune dergisinde çıkan bir
makalede kullanılan bir ifade, o günden sonra Silikon Vadisi'nde çok popüler
oldu: "PayPal Mafyası"
Fortune dergisi yazarının "PayPal Mafyası" olarak
isimlendirdiği bu nüfusu yüksek işadamlarının arasında, Reid Hoffman, ki bugün
Greylock Partners'in ortağı ve CIA yatırımcısı Howard E. Cox yer alıyor. Cox da
Greylock Partners'in bir parçası.
Ancak Thiel'in ilişkileri bununla da sınırlı kalmıyor. O ayrıca,
Bilderberg Group'un da yürütme kurulunun bir üyesi. Bu "sivil toplum örgütü",
dünyanın en etkin ve güçlü iş adamlarının, politikacılarının, gazetecilerinin,
bilim insanlarının davetle kabul edildiği çok üst düzey bir "seçkinler
kulübü". Hatta dünyanın şeklini, şemalını belirleyen düşüncelerin
Bilderberg'ten çıktığını söylemek de yanlış olmaz. Bilberberg'çiler, her yıl
bir kez dünyanın en lüks otellerinden birinde toplanıp, dünya sorunları hakkında
tartışmalar düzenler ve çözüm önerileri sunarlar. Elbette üyeleri, dünyanın en
etkili isimleri oldukları için, o önerilerin çoğu da uygulamaya alınır. İşte bu
gruba 2012 yılında, Thiel'le beraber Paypal mafyasının üyeleri de davet edilmişti.
Yani Linkedln kurucusu Reid Hoffman, Palantir'in genel müdürü Alexander Karp
ve Google'un başkanı Eric Schmidt!
Avrupa hükümetleri
e-postaları okumuyor mu?
İnternette vatandaşlarını kontrol etme arzusu sadece ABD için
geçerli değil. Avrupa'da bile devletler vatandaşının internette ne yaptığını
kontrol etmek istiyor. Avrupa'da pek çok güvenlik kurumu, Internet Servis Sağlayıcıların
(ISS) veri tabanlarına, trafik loglarına doğrudan erişim hakkına sahip. Ancak
bunun için bir sebebe gerekleri de yok. Oysa Avrupa ülkelerinin anayasalarında,
iletişim kurumlarının, insanların iletişim verilerinin başkaları tarafından
izlenmemesiyle yükümlü oldukları uyarıları yer alıyor. Oysa güvenlik kurumlarının
sadece şüphe üzerine ISS'lerin trafik verilerine doğrudan ulaşmalarını sağlayan
arayüzleri bulunuyor. Hatta, bazı özel anahtar kelimeleri içeren e-postaların
doğrudan güvenlik kurumlarına iletildiği de biliniyor. Avrupa'da her sene yüzmilyonlarca
e-posta, içerdikleri tehlikeli anahtar kelimeler nedeniyle güvenlik ve
istihbarat birimlerine ulaştırılıyor. E-postaların sahiplerinin bundan haberi
dahi olmuyor. Yani devletlerin, istedikleri anda, istedikleri kişinin internet
trafiğini takip etmesi çocuk oyuncağı bir iş. İnternetin gizli, özgür ve güvenli
bir kurtarılmış bölge olduğu masalı çok eskilerde kaldı.
Peki, özgür internet
tehlikeli midir?
ABD, interneti kontrol etmek için sosyal ağlar kuruyor, Avrupa
internet trafiğini doğrudan dinliyorken, Rusya, Çin ve İran gibi daha otoriter
hükümetler, bir adım öteye geçiyor. Bu ülkeler tüm internet erişimini doğrudan
devlet kontrolüne almak istiyor. 2002'den bu yana, internetin dünya çapında bir
"devlet kurumu" olmasını isteyen devletlerin sayısı dörtten 40'a çıktı.
Ve bu sayı gittikçe artıyor. Devletler, bunun için uluslararası bir internet anlaşmasının
devreye girmesini istiyor. Nasıl ki, dünyada dolaşmak, seyahat etmek için tüm
dünyanın kabul ettiği pasaport sistemi varsa, internetin de dünya çapında
kabul edilmiş ve sıkı şekilde uygulanan bir güvenlik prosedürünün olmasını ve
bu prosedürün devletler tarafından kontrol edilmesi isteniyor. Kısacası,
internet bir devlet kurumu haline getirilmek isteniyor. Bunun için de şu anda
internetin fiilen patronu olan ICANN'ın, görevini Uluslararası Telekominikasyon
Birliği'ne (ITU) devretmesi isteniyor. ITU, Birleşmiş Milletlerin bir alt
kurumu ve üye devletlerin bürokratları tarafından yönetiliyor. Eğer bu gerçekleşirse,
artık internet tamamen devletlerin ve hükümetlerin istediği şekilde işleyecek. İsteyen
devletler, gerçek anlamda bir "açma/kapama" düğmesine sahip olacak ve
vatandaşlarının internete erişimini tam olarak kesebilecekler. Şu anda da bu tür
geniş kapsamlı erişim engellemeleri yapılabiliyor ama bir ülkede interneti
tamamen engellemek mümkün olamayabiliyor. Farklı operatörlerden, farklı
servislerden, hatta uydu servislerinden yararlananlar, internet omurgasına ulaşıp
yayın yapmaya devam edebiliyorlar. Ancak yeni uygulama gerçek olursa, bir bölgedeki
internet erişimini tamamen kesmek mümkün olacak. Ayrıca, bazı güçlü ISS
lobileri de, Skype veya You Tube gibi, çok yüksek trafik oluşturan servislerin,
onlara düzenli bir ücret ödemesi gerektiğini savunuyorlar. Zira, ISS'ler
YouTube gibi servislerin, kullanıcıya ulaşabilmesi için gereken alt yapıyı
kurdukları için bu ücreti hak ettiklerini düşünüyorlar. Ancak, zaten kullanıcılardan
da YouTube'a ulaşabilmeleri için ücret istiyor olmaları argümanlarının samimiyetini ortadan kaldırıyor. Altyapının ücretini, You Tube
gibi servis sağlayıcılardan aldıklarında, abonelerine ücretsiz internet sunup
sunmayacakları sorusuna cevap veremiyorlar. Fakat görüldüğü üzere, çok büyük güçler
artık internetin kontrolü ve işleyişi üzerinde söz sahibi olmak için bastırıyorlar.
Dolayısıyla, birkaç seneye kadar, bugüne kadar alışık olduğumuz internetin değişip
başka bir yapıya dönüştüğüne şahit olabiliriz.
CHIP DERGİSİ / Şubat 2013