(Gürkan Hacır'ın 17 Ocak 2022 tarihli köşe yazısıdır.)
Bilimsel şüphecilik!
Genç ve yakışıklı bir beyin cerrahıydı.
Gazetelerde lösemiye yakalandığı haberleri çıkmaya başladı.
Oysa binlerce kişi aynı hastalığın pençesindeydi.
Ama her ne hikmetse bu genç ve yakışıklı doktorun hastalığı haber oluyordu.
Gazeteler gitgide haberin boyutunu büyütmeye başladılar.
Genç doktora ilik aranıyordu.
Sonra devreye büyük televizyonlar girdi.
Ali Kırca, Reha Muhtar ana haber bülteninin sonlarına doğru genç doktor için ilik arandığı haberini vermeye başladılar.
Ama kamuoyu yükselmeye devam ediyordu.
“Genç adam için süre daralıyor!”
Gazeteler manşetten girmeye başladılar.
“Genç beyin cerrahı için zamana karşı yarış!”
★★★
Evde dua edenler mi, yasin-i şerif okuyup şifa dileyenler mi dersiniz?
Koskoca bir millet bir kişinin sağlığı için seferber olmuştu.
Artık televizyonlarda özel yayınlar başlamıştı.
“Bu doktoru kurtarın!”
★★★
Ve kampanya başladı.
Eğer uygun ilik için bir kampanya açılırsa belki de yaşayabilirdi.
Ne oldu biliyor musunuz?
Abdi İpekçi spor salonu kapatıldı.
İçine adeta hastane tertibatı kuruldu.
30 doktor 50 hemşire 60 sağlık personeli bulundu.
Sedyeler… Tahlil setleri… Tam teşekküllü bir kan merkezi oluşturuldu.
Ve kuyruktaki vatandaştan tek tek kan örnekleri alınmaya başlandı.
Bakın kuyruk diyorsam öyle 30 kişi 50 kişi değil…
Binlerce kişi sıraya dizildi.
Kuyruk spor salonunun dışına caddeye taştı. Caddeden de uzadı trafik ışıklarına vardı. 3 km’lik kuyruğun ardı arkası kesilmedi.
30 doktor 50 hemşire gece yarısına kadar çalıştı ama kuyruk bitmedi.
O gün kan örneği veremeyenler evlerine mutsuz döndüler.
Ama ertesi gün için bir umutları vardı.
Sabah gün ışımadan Abdi İpekçi’nin kapısına geldiler.
Kuyruk ertesi gün de bitmedi.
Artık iş bir çılgınlığa dönmüştü.
Koca koca tv kanalları ekranlarının altına sayaç koydular.
Genç doktorun fotoğrafı ve bir sayaç…
38 gün kaldı 37 gün kaldı. 36…
Adeta canlı yayında bir Survivor yarışması izler gibiydik.
Oysa o sırada kaç kişi hatta kaç yavrumuz lösemiden hayata gözlerini kapamıştı.
Kimse duymuyordu bile…
Varsa yoksa o doktoru kurtarmalıydık.
Yüzyıllık Kızılay tarihinde böyle kan toplayamamıştı.
Tam 10 gün sürdü kampanya…
Kaç kişi kan verdi dersiniz?
Sıkı durun!
Tam 160 bin kişi.
Başka illerden gelmeye kalkanlar mı? Yurt dışından tüpe kanını doldurup gönderenler mi?
Ben böyle bir çılgınlık hali hatırlamıyorum.
O günlerin belgeseli neden yapılmaz halen anlamıyorum.
★★★
Meğer…
Doktorun adı Oktar Babuna’ymış.
O günlerde bilmiyorduk… Sonradan öğrendik ki Adnan Hoca’nın baş müridiymiş.
Ama kimsenin duyacak hali yoktu.
Tek cümle vardı herkesin ağzında.
“Gencecik doktoru kurtarın… Ölmesin!”
★★★
Toplanan kanların tahlilini yapacak yeterli sayıda laboratuvarımız yoktu o yıllarda.
İstanbul Çapa’da günde sadece 30 kişiye analiz yapılabiliyordu. Bu talep patlamasıyla birlikte kriz masası oluşturuldu. Sayı 100’e çıkarıldı.
Ama o da yetmiyordu.
O halde kan örnekleri yurt dışına yollanacaktı.
★★★
İşte tam o noktada bir kahraman ortaya çıktı.
Sağlık Bakanı Osman Durmuş!
“Noluyor yahu dedi. Böyle saçmalık olmaz dedi. Kan örnekleri yurt dışına gönderilemez” dedi.
Hurraaa… Bu sefer milletçe Osman Bakan’ın üzerine çullandık…
Ne hainliği kaldı ne görgüsüzlüğü ne köylülüğü…
“Gencecik bir doktoru öldürmek istiyor” dedi gazeteler.
Televizyonlarda dalga geçen klipleri yayınlandı.
Kasketli gülen bir fotoğrafı gazetelerde her gün baş sayfada…
Cumhuriyet’in yetiştirdiği pırıl pırıl bir hekim bir anda medya linçiyle beraber “Çarıklı Osman”a dönüşüvermişti.
★★★
Bir de kan bağışlarının yanı sıra para bağışı da toplanmaya başlanmıştı.
Savcılığa şikayet etti… Para bağış kampanyasını durdurdu.
Sonra kanların peşine düştü. 120 bin kişiden alınan kan kayıptı. İzini sürdü. Kanlar Amerika’da ortaya çıktı.
“Genetiğimizi analiz edecekler. Ona göre virüs üretebilirler” dedi.
Taş yağmuruna tutuldu.
Hele bir yazar çıktı. “Senin bozuk genetiğini kim napsın” diye yazdı.
Bir diğeri “Sizin genetiğinizi bilmeyen mi var ayol” dedi.
Osman Durmuş hiçbir lafa kulak asmadı.
★★★
Osman Durmuş kadar cesur…
Osman Durmuş kadar salt bilime inanan…
Osman Durmuş kadar rüzgara karşı yürümekten çekinmeyen bir sağlık bakanımız olmamıştı.
★★★
O zaman da kuş gribi salgını vardı.
Şıppanak ortaya çıkan aşıya itiraz etti.
“Ben bu kadar kısa sürede üretilen ne idüğü belirsiz aşıyı olmam da oldurmam da” dedi.
★★★
Sonra haklı çıktığını gördük.
Çünkü Osman Durmuş’un öğrendiği temel bir kriter vardı.
Bilimin de temelini oluşturan kriter.
“Bilimsel şüphecilik ve soru sorma”
Durmuş ikisini de uyguluyordu.
Ve korkmadan rüzgara karşı yürüyordu.
★★★
Bu yazıyı…
Geçen sene… 10 bin vaka varken bizi eve tıkan…
Sonra önceki gün… 80 bin vaka varken aşısızlara pcr zorunluluğunu kaldıran… Ertesi gün şehirler arası seyahatler için yeniden yasaklayan…
İlk iki aşının etkisiz çıktığını açıklamaktan çekinip 3. 4. ve hatta 5. dozu zorlayan Sağlık bürokrasimiz ve bilim kurulumuza ithaf ediyorum.
★★★
Nur içinde yat Osman Durmuş!
(Büyük çoğunlukla Sabetaycı gizli Yahudilerden ve masonlardan teşekkül etmiş olan Adnan Oktar suç örgütünün, bu konularda, kendilerine ait sosyal ağ hesaplarında, daha önceleri yaptıkları paylaşımlar... Kendilerini suçsuz ve fiillerini meşru göstermek isterken, onlarca yıldır devlet sistemizin içine ne denli sızdıklarını görmek mümkün olabiliyor.)
İlgili konu
Adnan Oktar ve organize suç çetesi, ORGAN ticareti de mi yaptılar?